ALLAH DOSTU ABDULLAH GÜRBÜZ HZ. (K.S.)
  Rüya
 

RÜYA

Insanin ruh dünyasinda cereyan eden muhtelif gerçeklerden biri de süphe yok ki rüyadir. Bu rüyalar, insanda uyku esnasinda vuku bulan ve sik sik yasanilan hallerdir. Bu itibarla insanlar rüyalarla yakindan alakadar olmuslardir. Çünkü hayatin mühim kisimlarindan birini teskil eden bir hakikattir.

Rüya; uykuda görülen ve misal âleminde yasanilan düsler demektir. Islam âlimleri Allah-ü Teâlâ'nin melek vasitasi ile hakikat veya kinaye olarak, kulun suurunda uyandirdigi enfüsi ( içgüdüsel ) idrakler ve vicdani duygular yahut ta seytani telkinlerden, edgas-ü ahlam ( karma-karisik ) hayallerden ibaret bulundugunu söylemislerdir.

Rüya hakkinda gerek Kur'an-i Kerimde ve gerekse Hadislerde insan hayatini yakindan alakadar eden bir husus olmasi münasebeti ile bahsedilir. Bunda da bazi Peygamberlerin (as) rüyalari konu edilir ki, onlarin rüyalarinin Allah tarafindan bir alamet oldugu vurgulanir.

Rasulullah (sav)Hudeybiye'ye Umre için çikmazdan önce rüyasinda, kendisinin ve ashabinin emniyet içinde baslarini tras ederek Mekke'ye gittiklerini görmüstü. Bunu Ashabina anlatmisti. Ancak Hudeybiye'de ali konulup, Umre yapamayinca, münafiklar hani peygamberin(sav)rüyasi dogru çikardi demeye basladilar. Bunun üzerine Cenabi Hak su ayetleri indirdi.

“Andolsun ki, Allah gerçekten peygamberine o rüyayi hakkiyla dogru gösterdi, Sanima yemin ederim ki, Insallah Mescid-i Haram'a güvenlik içinde baslarinizi kazitarak, kirkarak korkusuzca gireceksiniz! Ancak O, sizin bilmediginiz seyleri bildi de ondan önce yakin bir fetih verdi.” (Fetih /27)

Kur'an-i Kerimde Yusuf(as)'in zindana düstükten sonra basindan geçenleri

Yüce Rabbimiz (cc) söyle anlatiyor :

“Onunla birlikte zindana iki delikanli daha girdi. Onlardan biri dedi ki, Ben(rüyada)sarap sıktıgımı gördüm. Digeri de, ben de basimin üstünde kuslarin yemekte oldugu bir ekmek tasidigimi gördüm. Bunun tabirini bizlere haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz dedi.( Yusuf ) dedi ki; Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber verecegim. Bu(tabir ilmi)Rabbimin bana ögrettiklerin dendir.” (Yusuf /36,37)

Yusuf (as) rüya görenler müsrik olduklari için onlara Allah'in birligini, putlarin batil oldugunu bildiriyor,41.ayeti kerimede ise Cenabi Hak Yusuf (as)'in söyle buyurdugunu beyan ediyor.

“Evet, zindan arkadaslarim (rüyalariniza gelince) biriniz (daha önce oldugu gibi) Efendisine sarap sikacak; digeri ise asilacak ve kuslar onun basindan beynini yiyecekler. Yorumunu sordugunuz is (bu sekilde) kesinlesmistir” .Onun bu tabiri de aynen gerçeklesiyor.

Yine Yusuf suresinde 45 ve 49. ayetler arasinda beyan edildigi gibi, Firavun rüyasinda; Yedi arik inegin yedi semiz inegi ayrica yedi yesil basak ve diger kuru basaklar görmüs bunun tabirini kimse yapamayinca Yusuf (as)zindandan çikarilip rüyayi tabir etmistir. Böylece kitliga karsi tedbir alinmistir.

Ey Rabbim, Sen bana mülkten bir nasip verdin ve bana rüyalarin tabirinden bir ilim ögrettin. Gökleri ve yeri yaratan Rabbim, dünya ve ahirette benim velim Sensin! Benim ruhumu Müslüman olarak al ve beni iyiler arasina kat!" dedi .(Yusuf /101)

Yine Ibrahim (as) oglunu kurban edecegini rüyasinda görmüs ve bu hadise Kur'an-i kerimde söyle bildirilmistir.

“(Oglu) yaninda kosma çagina gelince : "Yavrum, ben seni rüyamda bogazladigimi görüyorum. Artik bak ne düsünürsün?" dedi. (Çocuk da): "Babacigim sana ne emrediliyorsa yap! Beni insaallah sabredenlerden bulacaksin!" dedi .(Saffat /102)

Rüyaya gerçekten sadakat gösterdin, iste Biz güzel davrananlari böyle mükâfatlandiririz” (Saffat /105)

Kur'an-i Kerimden pek çok ayetler ve hatta Kevser Suresi Peygamber (sav) Efendimize rüyada indirilmistir. Bu gösteriyor ki Rahmani rüyalar Hak Teâlâ'dan gelen müjdeler ve büyük nimetlerdir.

Rasulullah(sav)Efendimiz salih rüya hakkinda buyurdular ki:

“Güzel rüya müjdedir.” (Ibni Cerir)

“En dogru rüya seher vakti görülendir.” (Beyhaki)

Peygamberlik müjdelerinden salih (iyi) rüyadan baska kalmadi. Mümin rüyayi, ya kendi görür veya baskalari onun için görür” ( Müslim)

Imam Buhari ve Imam Malik'in tahric ettikleri bir hadis-i Serifte Hz. Peygamber(sav) söyle buyurmuslar “ Benden sonra Peygamberlikten bir sey kalmaz, ancak saliha rüyalar müstesna”

Efendimiz(sav)Hz.leri bir baska Hadis-i Seriflerinde de; “ Müminin rüyasi vahyin kirk alti cüzünden bir cüzdür” (Buhari)buyurmustur.

Yine Ebu Hureyre (ra) Hz.leri Peygamberimizin (sav) söyle buyurdugunu rivayet etmislerdir ;

(Ahir zamanda) kiyamete yakin mü'minin gördügü rüya asla yalan çikmayacaktir.(Biliniz ki) mü'minin rüyasi vahyin 46 da biridir. Nübüvvetin bir parçasi ise asla yalan olmaz.

Rüyanin önemine binaen Rasulullah (sav) Efendimizin “Iftiranin en büyügü görmedigi halde rüyayi gördüm diye söylemektir” (Buhari) buyurmustur.

Peygamber (sav) Efendimiz bir hadis-i seriflerinde de rüyalarin farkli konumlarda olabilecegine dikkat çekerek söyle buyurmuslardir;

“salih rüya rahmani, karisik rüya seytanidir.” (Buhari)Yine bir baska Hadisi Seriflerinde;

- Rüya üç kisimdir; Bir kismi; âdemoglunu üzmek için seytandan olan korkulardir; bir kismi, kisinin uyanikken kafasini mesgul ettigi seylerdendir, bunlari uykusunda görür. Bir kisim rüyalar da var ki, onlar peygamberligin kirk alti cüzünden birini teskil eder.” ( MuhtasarKütüb-i Sidde)

Islam âlimleri bu hadise dayanarak rüya olayini üç kisim üzere siniflandirmislardir. Birincisi Rabb tarafindan dogrudan dogru veya bir melek vasitasi ile meydanda olan hak bir telkindir ki, asil rüya budur. Buna ‘MÜBESSIRAT' denilir. Yahut ayet ve hadislerde geçtigi üzere ‘SADIK RÜYA' veya ‘SALIH RÜYA' denilir ki, Allah tarafindan müjdelemek veya uyarmak amaci kastedildigi söylenmistir. Ikincisi nefsin kendinden kendine dogru olan bir telkindir ki, mazide geçirdigi hatiralarin düsünülmesinden baska bir sey degildir. Buna Kur'an'da ‘ ADGAS-Ü AHLAM' adi verilir. Karma-karisik içgüdüsel idrakler, bilinçaltina yerlesmis duygular demektir. Üçüncüsü seytani bir telkindir ki, harici bir gizli tesirden meydana gelen ve fakat yalan bir çagri ve hayalden ibaret olur. Sadik rüyanin ziddi olarak kabul edilir. Bu da ‘SEYTANI RÜYA' diye belirtilir. Bununla beraber bütün bunlar nefiste ilmi olmasa bile, hissi bir heyecan uyandirmaktan baska bir sey degildir.

 

netice sadece geçici bir zevk veya o an ki ihtiyaci gidermekten ibarettir.

Tasavvufi ögretiye göre, Tarikattan feyiz almak, yeraltindaki suyu kanalla yeryüzüne çikarmak gibidir. Yeraltindaki suyu çikarmak için kullanilan kanallar ne kadar çok olursa, su o nispette toparlanip yeryüzüne gelir. Bunun için Tarikatta silsile ne kadar genislerse, vasita o kadar çogalir. Vasita da ne kadar çogalirsa, feyiz daha çok olur. Sufi Seyhler, bu feyzi ele geçmesi için birçok formül gelistirmislerdir. Bu formüllerden bir tanesi de “RABITA ”formülüdür.

Tasavvuf ehli, Islam toplumunun gidisati dogrultusunda, Kitap ve Sünnetten anladiklari kadari ile insanin kalbini masiva denilen Sehvet, Söhret, Servet tutkusundan kurtarmanin usullerini düsünmüsler. Buna çare olarak ulvi degerlere götürmeye vesile olan seylere kalbi baglamayi uygun görmüsler ve buna da ‘RABITA' adini vermislerdir.

Ilk dönemlerde Ashab arasinda mevcut olan, ancak böyle bir isimle anilmayan bu kavram, genellikle yedinci hicri asirda Sufiyye hazarati tarafindan kabul görmüs bir kavramdir. Kimileri bunu sonradan dine sokulmus bir bidat diye nitelendirirken, Sufiyye hazarati da buna cevap olarak Kitap ve Sünnetten pek çok deliller getirmislerdir.

Biz, bu uygulamanin Dinin köküne kibrit suyu dökmek manasinda bir bid'at oldugunu kabul etmiyoruz. Böyle söyleyenleri de, onlarin takindiklari üsluptan hareketle dinin disina ihraç etmiyoruz. Islam laboratuari niteliginde olan Tasavvuf müessesesi, Islami hayatin özünü teskil eden bir kurumdur. Bunu Selef'ten kimse inkâr etmemistir. Bu kurumu isleten bilginler ise, Âlim, Takva, Zahid, Abid kimselerdir. Su halde Ilmi, cehaletini tamir etmeye yetmeyen zavallilar, güya bu tenkitsel çikislari ile Islami korumus oluyorlar da, hayatlarinin tamamini Allah ve Resulüne tahsis etmis büyükler mi Dinin köküne kibrit suyu dökmüs olacaklar? Düsünülmelidir.

Çaglar boyu bu tartismalar birbirini kovalamis ve tenkitçiler ne kadar malzeme ortaya koymuslarsa, tasvipçiler de o derecede eser ortaya koymuslardir. Ortaya konulan eserlerin miktarini belirtme imkânina sahip degiliz ama nitelik olarak, yazilan bütün eserler, Rabita'nin Dinen mesrulugunu belirtmeye ve yapilis tarzini ortaya koymaya matuftur.

Hulasa; dönelim ve sözü fazla uzatmadan, bizleri yetistiren Üstadimiz, Efendimiz Hazretlerinin bu konudaki açiklamalarina geçelim. Üstadimiz, Rabita'nin kalbe çok tesir eden mühim bir unsur oldugunu belirtirdi. Zikrin hararetinin kalbi kusatmasina, kalpte Müsahedenin gerçeklesmesine, Mücahede ve Riyazette basarinin elde edilmesine, Nefis ve Seytana karsi mukavemet göstermede, Rabitadan daha tesirli bir sey görmedigini söylerdi. Hatta bizzat kendisi Üstadina sik sik Rabita yaptigini söylerdi.

Bundan sonra ise, muhterem Üstadimiz Rabita yapmanin Dinen mesrulugunu ortaya koyarak, önce Kitaptan delilleri ortaya koymak sureti ile meseleyi izah ediyor. Daha sonra ise, bu mevzuda en kapsamli eserin sahibi olan Halid-i Bagdadi'nin görüslerine temas ediyor. Buyuruyor ki:

Cenabi-i Zül Celal Hazretleri:

“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve O'na yaklasmaya vesile arayiniz” (Maide /35) buyuruyor.”

Üstadimiz, bu ayeti sevk etmekle, ayette geçen “ VESILE tabirinin Rabitaya isaret oldugunu ispat etmek istemektedir. Allah'a yaklasmak hiçbir sekilde mümkün degildir. O'na ancak vesilelerle yaklasilir. Bu vesileler ise salih amellere ve salih kimselerle sohbete devamlilik gibi seylerdir. salih amellerin insana kazandiracagi olgunluk ayet ve hadislerde genis tarzda ele alinir ve mü'minler sürekli salih amel islemeye tesvik edilirler.

salihlerle sohbete devamlilik hususunda ise yine ayni sekilde ayetler ve hadislerle gerekli tesvikler ve yönlendirmeler yapilir. Zira salihler, ümmet arasinda birer isaret levhasi gibidirler. Görüldükleri yerde dogru adrese ulasmaya vesiledirler. Bu sebeple de onlarla beraberlik dinen gerekli görülür. Bu ayetlerden birisinde:

“Ey iman edenler! Allah'tan korkunuz ve Sadiklarla beraber olunuz!” (Tövbe /119) buyurulur. Ayette geçen “Sadiklarla beraber olmak.” tabiri, onlarla fikirde, eylemde, tarafgirlikte beraber olmak kastedildigi gibi, manevi beraberlikte kastedilmistir.

Bundan sonra Üstadimiz Rabita ne demektir? Sorusuna cevap mahiyetinde söyle buyuruyor:

“Rabita baglanmak demektir. Bu da müridin seyhinin iki kasinin ortasindan nur çiktigini müsahede edip ve o nurun karsinda edep ile oturdugunu müsahede etmesidir. O zaman üstadi ile muhabbet hâsil olur. Rabita zikirden daha tesirlidir...”

Lügatte baglanti, baglanti vasitasi, baglilik, tutarlilik, tertip, düzen, bag, münasebet, ilgi manalarina gelen ‘RABITA' terimi, Tasavvuf ögretisinde müridin, seyhini düsünerek, kalbinden dünya ile ilgili seyleri çikarmasi, seyhi vasitasiyla Rasulullah (sav)'e ve Allah'a kalbini baglamasi anlamindadir. Fena fi's-Seyh bahsinde de anlatildigi gibi, Seyr-i Sulûkta basarili olmak hususunda evvela Seyhin ahlaki ile ardindan Rasulullah (sav) Efendimizin ahlakiyla ve daha sonra da Allah'in ahlaki ile ahlaklanmak için, ruhen daimi bir tarzda hazirlik yapilir. Bu hazirligin temelini olusturan unsur ise; Rabita'dir.

Rabita sayesinde mürid, kalbini sürekli kontrol altinda tutmayi basarir. Böylece Sülûkün diger devrelerinde daha etkin ve kalici bir olgu kendisini ihata eder, kusatir. Tasavvufi hayatin en önemli boyutu, insanin kendisini daima kontrol etmesidir.

Dinimizin en islek caddesi olan Tasavvufi egitim kurumlari olan Tarikatlar, insanin iç dünyasini kusatan masivayi ve o sayede gönülde saltanat kuran Seytani düsünceleri oradan def etmek için, Rabita'ya agirlik verilmesini gerekli görmüslerdir. Bu da bir Müridin Üstadinin suretini düsünerek, giyabinda iken sanki huzurunda imis gibi edep tavrini takinmasidir. Mürid bu düsünceyi kalbinde korudugu müddetçe, edep ve tevazu içerisinde olur. Rabitasi ne kadar saglikli olursa, Mürid o denli bir disiplin içerisinde olur. Bu manevi disiplin sayesinde Nefsin putlari kirilir. Seytanin saltanati yikilir. Kalben Allah'a olan yolculuk, bu disiplinle kisiyi neticeye götürür.

Mürid her ne zaman Rabita'da bulunur ise, Üstadi ile manevi bir beraberlik ortamini yakalar. Böylece O'nunla nasil huzurda iken edep ve disiplin içerisinde bulunur ise, O'nun giyabinda da böylece edep disiplinine riayet etmis olur. Kontrolsüz, rast gele bir hayatin etki ve nüfuzundan kurtularak, disiplinli bir hayat ortamina kavusur. Iste fayda saglayan zikir, bu anlayisla yapilan zikirdir.

Üstadimiz rabitanin kime yapilacagini ve kimlere yapilmayacagini belirtmek üzere söyle buyurdular:

“Rabita, Kamil olmayan nakis (noksan) insanlara yapilamaz... Sekline suretine seytan girmeyen, Rasulullah (sav) Efendimizin vazife verdigi, onun varisi olan Mürsid-i Kamil zâtlara yapilir...”

Kendisine Rabita yapilacak kimsenin, tasavvufi terbiye ile yetismis, Nefis meratiplerini asmis, Seriat, Tarikat, Hakikat ve Marifetullah kavramlarina Hakka'l-Yakin bir derecede vakif olmus, Fena ve Beka mertebelerinde ebedilesmis olmasi gerekir. Zira kisiyi ancak böyle hal ve makam sahipleri gerçek maksada ulastirabilir. Bu sebeple de böyle vasiflari üzerinde bulundurmayan kimselere Rabita yapilmaz. Çünkü O'nun bilgi ve yetenegi kendi eksigini tamir etmeye yeterli degildir. Kendisi nakis (noksan) olunca da, baskalarini kemale erdirmesi mümkün degildir. Üstadimiz kendisinde böyle vasif bulunmayan seyhlerin müridlerine Rabita vermelerini caiz görmezdi. Sebebinde ise söyle buyururdu:

Seytan baskalarinin sekline girdigi için onlarda da cinnet getirmeye, sapmaya, yollarini bozmaya, ene, kibir gibi halleri vermeye vesile olur. Bunun için sakincalidir . Yani Kamil Mürsid olan zâtlar, Seytanin suretlerine temessül etmelerinden masundurlar. Çünkü Veliligin sartlarindan birisi de, onlarin Allah'in korumasi altinda olmalaridir.

Ama Mürsid-i Kamil olmayanlarin sekil ve suretlerine Seytanin temessül etmesi söz konusudur. Bu sebeple de, Rabita esnasinda niyeti halis olan saf bir müridi saptirip, fisk ve fücura yönlendirebilir. Nitekim bunun örnekleri çoktur. Bundan Kamil olmayan kimseler Allah'a davet vazifesi yapamazlar manasi çikarilmaz. Onlar da irsad ve davet vazifesinde bulunabilirler.

Ancak tasavvufi ögreti geregince, kendilerine Rabita yapilamaz. Çünkü Rabita, manevi bir beraberlik gayesine matuf oldugu için, bu beraberlik Müridin giyaben Seyhine gösterdigi bir tür ta'zim ve hürmettir. Yani Üstadinin huzurunda edep tavrini takindigi gibi, O'nun giyabinda da ayni ta'zim ve hürmeti muhafaza ederek, Seyr-i Sülûke elverisli hale gelmeye çalismasidir. Hal böyle olunca, sekil ve suretine Seytanin temessül ettigi kimseler, çevresindekilere böyle bir vazife verdigi zaman, Seytanin o kimsenin kiliginda görünerek, Müridi alt etmesi, saptirmasi mümkündür. Bu vesileyle onlar davet ve irsad vazifesini yürütürler ama Kamil Mürsidler gibi Rabita veremezler.

Üstadimiz, Kamil bir seviyede oldugu halde, Rabita vermeyen nice Seyhler bulundugunu belirtirdi. Buyurdu ki:

Halid-i Bagdadi Hazretlerine:

- Efendim size Rabita yapalim mi? diyorlar.

Halid-i Bagdadi Hazretleri, Mürsid-i Kamil oldugu halde:

- Benim üstadim Abdullah Dehlevi Hazretleri Mürsid-i kâmildir. Her ne kadar elimde icazetim varsa da, Rabitayi ona yapacaksiniz. O hayatta iken ben hayâ ederim. diyor.

Bununla, Rabitanin “Olmazsa olmaz” diye bu mevzuu asiri derecede ele alanlara da katilmadigini belirtmis oluyor. Rabitanin ne zaman gerektigi hususunda da su açiklamada bulunuyor:

“Rabitayi ancak Kamil manada Mürsid olan zâtlar verir ve bunu da, dervis hal görmeye basladigi zaman verir.”

Bu gösteriyor ki, daha talip konumunda olan, ise yeni baslayan, terimlerden, kavramlardan haberi olmayan, amel ve taati yeterli seviyeye ulasmamis olan kimselere hemen birdenbire böyle bir vazife vermek dogru degildir. Üstadimiz bize daima: “Bir dervis, Nefs-i Mülhime'ye gelmedigi sürece onun Rabitaya ihtiyaci olmaz” buyururdu. O seviyeye gelen kardeslerimize de, Rabita verir ve sürekli olarak Teveccüh etmeyi tavsiye ederdi.

Allah'in izni ile Rabita mevzuu da böylece tamamlandi. Baska ilave edilecek meseleler varsa da, konuyla alakali bu kadar açiklama kâfidir. Eger bu mevzular nelerdir? Denilirse sayet, bunlar da “MURAKABE, TEVECCÜH, TEFEKKÜR” gibi, Rabitayla alakasi bulunan diger tamamlayici konulardir. Allah Teâlâ bizleri geregince amel eden salihler topluluguna dâhil eylesin ve ayaklarimizi kaydirmasin.

 

HAL VE MAKAM

Hâl;

Irade ve kasit olmaksizin, kalbe kendiliginden gelen, hüzün-nese, sikilma-sevinme, korkma, ümit gibi manalardir. Hâl manevî ve ruhi duygu ve düsünceleri ifade eden heyecanlardir.

Hâl degiskendir, bir gelir bir gider, sürekli ve kalici degildir .

 

Makam;

Baki ve daimdir. Ask, sevk, vecd, cezbe, istigrak, hasyetullah (Allah korkusu), hayret, ümit... vs, gibi durumlar tasavvufun en yüce hâlleridir. Örnegin; Allah'a (cc) güvenme haline tevekkül denilir. Tevekkül, hâl oldugu için geçicidir, devamli degildir. Fakat dervis iradesine bagli olarak çalisir ve çabalarsa, hâl olmaktan çikar “makam” vaziyetine gelir. Onun için hâl vehbi (Allah (cc) vergisi), makam ise kesbidir, çalismakla olur.

Tasavvufta mesaj açik, faaliyet gizlidir. Yani tasavvufta yapilan isler ve söylenen sözler, iki adil sahide dayanir. Bunlar, kitap ve sünnettir. Diger durumlar, yani hâl ve gidisat gizlidir. Buna “Batin Ilmi” denir.

Kazanilan hâller ve makamlar dikkat edilmedigi ve önem verilmedigi takdirde, insanin elinden gidebilir. Tüm bu durumlari yerlerine koymak için kalbi, seyhine rabdetmek gerekir. Zira Allah-u Teâlâ Hazretleri;

“Ey iman edenler, Allah (cc)'tan korkun, sadiklarla beraber olun ”,(Tevbe / 119) buyuruyor.

Burada dervise düsen görev hâlini ve makamini muhafaza edebilmesi için sürekli sadiklarla, salihlerle beraber olmaktir. Degilse bile, onlarla berabermis gibi zihnini sürekli uyanik tutmalidir. Nefsin tuzaklarindan, seytanin tuzaklarindan birine düsecegi vakit; Ben Allah (cc)'a ve Resûlüne (sav), söz verdim, ben seyhime söz verdim” deyip o kötü isten vazgeçmelidir. Ihsan üzere yasamal idir . Bir dervisin, hâl ve gidisatini yönlendirecek kabiliyete sahip olan, Bâtin-i Ilim sahipleri Mürsid-i Kamillerdir.

O zaman dervisin, o çesitli hâlleri geçerek, Allah'a (cc) vâsil olmasi, mümkün olabilir.

Mürid

Lügatte irade eden, dileyen, isteyen manasinadir. Allah'tan rizasini isteyerek, kendisini bu hususta basarili kilmasini isteyen kimseye ‘Mürid' denir. Istilahta ise; kalbini Allah'tan baska her seyden yana arindirmis, yüzünü Rabbine çevirmis ve O'na kavusma özlemi içerisinde Tarikat disiplinine uyarak, dünyanin debdebe ve ihtisamindan yüz çeviren kimse demektir. Kur'an'da buyuruldugu üzere bu kimseler su ayette geçen gerçek irade sahipleridir:

“Hayir, öyle degil; iyilik yaparak kendini Allah'a veren kimsenin ecri, Rabbinin katindadir. Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir .” (Bakara /112)

Kul iradesini Allah'a yöneltirse, Allah'in da merhametiyle kulunu karsilamasi söz konusu olur. Bu kivama gelebilmek için, Tasavvufta Kemal mertebelerine ulasmis, Kamil bir Mürsidin terbiyesine girilmek sureti ile O'nun direktifleri dogrultusunda yasamak gerekir. Bu noktaya isaretle Üstadimiz söyle buyurdular:

“Ancak mürid olan kisi Üstadinin emirlerini ve Seriati harfiyen, yerine getirmelidir. Onun için de üç çesit mürid vardir:

 

•  Mutlak Mürid

 

Bu mürid, üstadina tam teslim olmustur. Üstadi ona ne emrederse, ‘Neden, niçin?' diye sormaz. Derhal boynunu büker, söyledigini yerine getirir. Hiçbir sebep aramaz. Çünkü mutlak mürid, kendisini Allah'a vasil edecek olan zâttan gelen her seye riza gösterir.

Ali Havvas Hazretleri buyurdu ki:

“Sadik müridin vasiflari dörttür:

1. Seyhinin sevgisini sadik bir sekilde muhafaza etmek.

2. Seyhinin emrini canindan aziz bilmek.

3. Seyhine karsi kalbden dahi olsa itirazi terk etmek.

4. Seyhinin huzurunda kendi irade ve ihtiyarindan soyunmak.”

Herhangi bir mürid bu sifatlari üzerinde toplarsa, onda kabiliyet var demektir. Böyle bir müride manevi kapilar açilir. Bu sifatlari üzerinde toplayan bir mürid, kuru bir kav gibi olur. Kavi islak olan müridden ahit almak isteyen kimsenin çakmagindan çikan kivilcimlar söner. Iste bu sebepten ötürü, müridlerin çogu Seyhlerinden faydalanamazlar. Çünkü sadik müridin vasiflari üzerlerinde yoktur.

Üstadimiz, mutlak müridin özelliklerini tasvir mahiyetinde, Pirlerin Piri, Seyyid Abdülkadir Geylani (ks) Hazretlerinden bir misal getirmek üzere söyle buyurur:

Buna bir örnek verecek olur isek, Pirimiz Abdülkadir Geylani (ks) Hazretleri daha küçük yasta iken Ebu-l Vefa Hazretlerinin sohbetine gitmek için camiye yaklasir. Bu arada Ebu-l Vefa Hazretleri camide vaaz ederken:

- Birazdan içeriye bir genç gelecek, o içeriye girmek istediginde onu disari atin diyor. O genç camiden içeri girmek istediginde disari kovaliyorlar, tekrar girmek istiyor. Gene çikariyorlar. Üçüncü defa da aynisini yapinca;

Ebul Vefa Hazretleri:

- Birakin o genci içeri girsin. Onu iyi taniyin. Onun adi, Abdülkadir'dir. Eger onu camiden üç defa degil otuz üç defa bile kovsaydim, yine de gelirdi. Bu gencin horozu kiyamete kadar ötecektir. buyurarak, bir müridin mürsidine karsi teslimiyetinin nasil olmasi gerektigini bizlere göstermislerdir. Iste bu mutlak müridin özelligidir.

Tarihimiz, Seyhlerine karsi saglam bir teslimiyet gösteren büyüklerin örnekleri ile doludur. Bu teslimiyet huzurda Seyhin kendisine gösterilirken, hakikatte Rasulullah (sav)'e gösterilmis olmaktadir. Zira bu ruh ve anlayisla yetisenler, her an kendilerini sanki Allah ve Resulünün huzurunda imis gibi hissederler.

Abdullah ibn-i Mübarek (rh. a) der ki:

“Bir gün Imam-i Malik'in huzurunda bulunuyordum, Hadis rivayet ediyordu. Kendilerini akrep sokmaya basladi, yaklasik olarak on kere soktu. Imamin yüzü degisti, morardi ama asla hadisi rivayetini kesmedi ve sözünde hiçbir degisiklik olmadi. Ders meclisi dagilip ve halk yanindan ayrilinca kendisine:

Bugün mübarek çehrenizde hayli degisiklik olustu, sebebi nedir? diye sordum.

Bunun üzerine hadisenin tamamini anlatti. Sonra buyurdu ki: Benim bu derece sabrim kendi secaat ve dayanikliligimdan dolayi degil, sadece Peygamberimizin hadisine olan tazimimdendir.

Iste büyükleri seçkin kilan özellik!

Bundan sonra Üstadimiz, ikinci derecedeki Müridi anlatmaya geçiyor. Buyuruyor ki:

 

•  Mecazi Mürid

 

Bu kisi de, zahiren Üstadinin emrindeymis gibi görünür fakat manada nefsinin emrindedir. Üstadimiz Çorumlu Haci Mustafa Efendi Hazretleri bize söyle buyururdu:

Oglum, müridlerimize iki sey ögretebildik. Birincisi, sofradaki yemegi sünnetlemek. Ikincisi de, bir misafir geldigi zaman onu kucaklamak” derdi. Yine buyururdu ki:

“Yanimizda iken babaya bagliyiz diyorsunuz, yanimizdan ayrilinca nefislerinize tabi oluyorsunuz. Hanimlariniza kötü davraniyorsunuz. Ölçü ve tartilara dikkat etmiyorsunuz. Giybet ediyorsunuz, birbirinizin arkasindan konusuyorsunuz. Iste bizim yanimizda iken tabi oluyorsunuz, disari çiktiginizda nefislerinize tabi oluyorsunuz” derdi. Bu da mecazi müridliktir.”

Görülüyor ki; Islam ahlaki Tarikat Seyhleri tarafindan korunmustur. Pirimiz Abdülkadir Geylani'ye nisbet edilen bir söz vardir ki:

Bir edeb için, binlerce dervis feda olsun. Edeb gittiginde onu geri getirecek bulunmaz ama binlerce dervis kiyamete kadar gelecektir' ” demistir. Islam, ahlaktir ve ahlaklandirmaktir. Bu yücelige, olgun zâtlara uyularak ulasilir. Zahirde uyuyor görüntüsü vermek kisiyi maksada ulastirmaz! Bundan sonra Üstadimiz, riyakâr müridin durumuna geçerek söyle buyururlar:

 

•  Riyakâr Mürid

 

Üstadindan kendisine eza veren bir hal sadir oldugunda, hikmetini arastirmadan üstadini terk eder, ikiyüzlüdür. Örnek olarak :

Üstadimiz yanimiza niye gelmedi, bizi niye çagirmadi ki, bana niye söyle dedi, gerçek Seyh olsa söyle yapardi, böyle yapardi, gibi kendi kafasinda bahaneler üretir. Hâlbuki Mürsid-i Kamil bir zâtin müride ihtiyaci yoktur. Ihtiyaç sahibi olan müriddir.

Çünkü Allah-ü Teâlâ Hazretlerine müridi vasil edecek olan mürsididir. Onun himmet ve nazari ile nefis meratiplerini geçer. Iste bunun idrakinde olmayan, yasanan hadiseleri nefsine göre yorumlayan kisi, riyakâr mürid olur.

Isminden de anlasildigi gibi, bu Mürid, gerçekte iradesini Hakikate yönelten bir kimse olmayip, büyük bir zâtin meclisine yakin olmak sureti ile insanlarin kendisine hürmet etmesini, Seyhin de kendisine iltifat etmesini amaçlar. Bunlar bal küpünün etrafinda uçusan sinek misalidirler. Tabiatlarinda içtenlik yoktur. Samimiyet yoktur. Sevk ve idare etme vasfi yoktur. Ilim ve irfandan nasipleri yoktur. Halkin saadetini saglayacak kabiliyetleri yoktur. Ama buna ragmen, halkin seçkin kimselere gösterdigi saygi ve alakayi, kendilerine de göstermelerini isterler. Bunun en kisa yolu, büyüklerden birinin hizmetine girmektir. Fakat bu anlayisa hizmet edenler, daima zarar etmislerdir. Toplum daima bunlardan sikinti çekmistir. Mevla Teâlâ böyleler hakkinda çok üzücü mesajlar verir.

“Insanlar içinde Allah'a, bir yar kenarindaymis gibi kulluk eden vardir. Ona bir iyilik gelirse yatisir, basina bir bela gelirse yüz üstü döner. Dünyayi da ahireti de kaybeder. Iste apaçik kayip budur. ” (Hac/11)

 
  Bugün 3 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol