TARİKAT KURUCULARI
12 tarikat zuhura gelmis
Oniki Imam'dan dördü,Hz. Ebubekir yolundan, sekizi de Hz. Ali yolundan yürümüsler ve her biri baska baska ilâhi tecellilere ermis, kendi saliklerine (ögrencilerine) de erdikleri tecellilere göre telkinde bulunduklarindan oniki tarikat zuhura gelmistir. Bunun disindaki tarikatlara tarik denilmeyip kol adi verilmistir. (zikir, vird ve ibadet yöntemiyle) sülük eylemislerdir
ABDÜLKADİR GEYLAN-İ (K.S.A) HAZRETLERİ;
Islâm alimlerinin ve velilerinin büyüklerinden Hazreti Abdülkadir Geylani, 1078 yilinda Iran'in Geylan sehrinde dogdu. Künyesi, Ebu Muhammed'dir. Muhyiddin, Gavs-ül-a'zam, Kutb-i Rabbani, Sultan-ul-evliya, Kutb-i a'zam gibi lâkablari vardir. Babasi Ebu Salih bin Musa Cengidost'tur. Hz. Hasanin oglu Hasan-i Müsenna'nin oglu Abdullah'in soyundandir. Annesinin ismi Fatima, lakabi Ümm-ül-hayr olup seyyidedir. Bunun için Abdülkadir Geylani, hem seyyid, hem serifdir. Abdülkadir Geylani, 1166'da Bagdatta vefat etti. Türbesi Bagdattadir. Kâdiriyye tarîkatinin kurucusudur. Ehl-i sünnet îtikâdini ve din bilgilerini her tarafa yaydi. Orta boylu, zayif bünyeli, genis gögüslü, ilm için vefâkârlikta emsâli az bulunur bir velî idi.
Abdülkadir Geylani hazretleri daha dogmadan, ilerde büyük bir zat olacagina dair alametler, isaretler görülmüstü. Babasi rüyasinda Peygamber efendimizi gördü. Peygamber efendimiz kendisine; "Ey Ebu Salih! Allahü teâlâ bu gece sana kamil, olgun ve derecesi yüksek bir erkek evlad ihsan etti. O benim oglum ve sevdigimdir. Evliya arasinda derecesi yüksek olacak" buyurdu.
Dogduktan sonra yüksek halleri ile dikkatleri çekti. Ramazan-i serifte gün boyunca süt emmez, iftar olunca emerdi. Bu halini su beyti ile anlatir:
Baslangicim söyleydi, dillerde söylenirdi
Besikteyken oruçtum, bunu herkes bilirdi.
Dogdugu senenin ramazan-i serif ayinin sonunda havalar bulutlu geçmisti. Bunun için ramazanin çikip çikmadiginda tereddüt edildi. Halk annesine çocugun süt emip emmedigini sordular. Emmedigini ögrenince, ramazan-i serifin henüz çikmadigini anlayip oruca devam ettiler.
Bir defasinda; " Iyi müridlerin hali malum, ya kötülerinki ne olacak? " diye sorduklarinda; "Iyi olanlar kendilerini bize adamislardir. Kötülere gelince biz de kendimizi onlari kurtarmak için adadik" buyurdular.
Abdülkadir Geylani hazretlerinin yazmis oldugu pek çok kiymetli eserlerinden bazilari:
1) Günyet-üt-Talibin
2) Fütuh-ul-Gayb
3) Feth-ur- Rabbani
4) Füyuzat-i Rabbaniyye
5) Hizb-ül-Besair
6) Cila-ül-Hatir
7) El-Mevahib-ur-Rahmaniyye
8) Yevakit-ül- Hikem
9) Melfuzat-i Geylani
10) Divanu Gavsi'l A'zam
Abdülkadir Geylani hazretleri heybetli idi. Az konusur, çok sükut eder, konustugunda gayet cazip, açik ve net konusurdu. Sahsi için kizmaz. Din hususunda asla taviz vermezdi. Misafirsiz gece geçirmezdi. Zayiflara yardim eder, fakirleri doyururdu. Isteyeni geri çevirmez, iki elbisesi varsa, mutlaka birini isteyene verirdi. Yaninda oturanlarda; "Ondan daha kerim ve lütufkâr kimse olamaz." kanaati hakim olurdu. Sevdiklerinden biri gurbete çiksa, ondan haber sorar, sevgi ve alakasini muhafaza ederdi. Kendisine kötü davrananlari affederdi. Kötülüklere dalmis çok kimse, hirsiz ve eskiya onun vasitasiyla tevbe etti. Köleleri satin alip, azat ederdi. Verdigi sözü tutar,kimseye karsi kötülük düsünmezdi. Ambarinda helalden kazandigi bugday bulunurdu. Hizmetçisi, kapida ekmek elinde durur ve halka söyle seslenirdi: "Yemek isteyen, ekmek isteyen, yatmak isteyen kimse yok mu? Gelsin!"
Onun için su ibare meshur olmustur: "Veliler Sultani Abdülkadir Geylani, ask ile dogdu, kemal ile ömür sürdü ve kemal-i ask ile Rabb'ine vasil oldu."
AHMED-EL KEBIRI RUFAI (K.S.)Hz.LERI;
Büyük velîlerden. Ismi ve nesebi; Ahmed bin Sultân Ali bin Yahyâ bin Sâbit bin Ebü'l-Fevâris Hâzim Ali bin Ahmed Murtezâ bin Ali Isbilî bin Rüfâe Hasan bin Mehdi bin Muhammed bin Hasan bin Ahmed Sâlih bin Mûsâ bin Ibrâhim Murtezâ bin Mûsâ Kâzim bin Câfer-i Sâdik bin Muhammed Bâkir bin AliZeynel Âbidîn bin Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib'dir (r.anhüm). Peygamber efendimizin soyundan olup seyyiddir. Anne tarafindan da nesebi hazreti Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî'ye dayanir. Bu yüzden kendisine Ebü'l-Alemeyn, iki sancak sâhibi künyesi verilmistir. Ebü'l-Abbâs da denir. Benî Rifâe kabîlesine mensûb oldugu için Rufâî nisbeti ile meshur oldu.
Ahmed Rufâî hazretleri dogmadan önce dayisi büyük âlim Mensûr Betâihî bir gün rüyâsinda Peygamber efendimizi gördü. Ona; "Ey Mensûr! Kiz kardesin, kirk gün sonra Ahmed isminde bir çocuk dünyâya getirecek. Bu çocugu, Aliyyül Kârî Vâsitî'nin terbiyesine teslim et. Bu zât, Allah indinde azîzdir. Sakin ihmâl etme." buyurdu. Bu rüyâdan tam kirk gün sonra Ahmed dünyâya geldi. 1118 (H.512) senesinin Receb ayinin ortalarinda bir Persembe günü Betâih'de dogdu.
Ahmed Rufâî hazretleri, hayâtini hep dîne hizmet ile geçirirdi. Bid'at sahiplerine ögüt verir gittikleri yolun bozuklugunu bildirir, kurtuluslarina vesîle olurdu. Ahmed Rifâî hazretleri vefâtina yakin ishale yakalanmisti. Hastalik bir ay kadar devâm etti. Hizmetçisi; "Efendim! Hiçbir sey yemediginiz halde, bu gelenler neredendir?" diye sordu. O da; "Bu gelen ettir. Disari çikiyor. Artik eridi kalmadi. Yalniz kemiklerimin içindeki ilik kaldi. O da bugün çikar biter. Yarin da Allahü teâlâya gitme günüdür." buyurdu. Iyice agirlastigi zaman hizmetçisi; "Efendim! Kavusmak vakti yaklasti herhalde." deyince; "Evet öyle görünüyor. Hastaligimin su son zamâninda bâzi hâdiseler cereyân etti. Insanlar üzerine büyük bir belâ gelmekteydi. Bu belâlara karsi kendi vücûdumu fedâ edip, bu belânin giderilmesi için, Allahü teâlâya yalvardim. Allahü teâlâ kabul buyurdu." dedi. Daha sonra mübarek yüzünü topraga sürmeye basladi. Yüzü gözü toz topraga bulanmis bir halde aglayarak; "Yâ Rabbî! Affet!" Yâ Rabbî! Insanlarin üzerine gelecek olan dert ve belâlar için beni siper yap da, belâlar benim üzerime yagsin." diye yalvardiktan sonra kelime-i sehâdet getirip; "Dünyâda âhiret için çalisip yorulan pisman olmaz, râhata kavusur. Her hayr isleyenin ameli kendisine sunulacaktir. Her ser, kötü is yapanin da ameli kiyâmet gününde önüne çikacaktir." buyurdu. 1182 senesi Agustos ayinin 23'ünde Persembe günü (H.578 Cemâziyelevvel ayinin 22. Persembe günü) ikindi vaktinde, altmis alti yasinda Misir'da vefât etti.
AHMED-I BEDEVÎ (K.S.) HAZRETLERİ
Misir evliyâsindan. Ismi Ahmed olup babasinin adi Ali'dir. Nesebi Peygamber efendimize ulasir. Künyesi Ebü'l-Fityan ve Ebü'l-Abbas, lakabi ise Sihabüddîn'dir. Seyyid-i Bedevî diye taninir. Annesinin ismi Fatma binti Muhammed'dir. 1200 (H.596)'de Fas'ta dogdu. Ahmed Bedevî hazretleri alti yaslarinda iken babasina rüyâsinda; "Yâ Ali! Bu beldeleri birak. Mekke'ye tasin, orada yasa. Bunda birçok hikmetler vardir." dendi. Bu mânevî isâret üzerine âilesi ile birlikte 1206 senesinde Fas'tan yola çikti. Dört sene süren uzun yolculuk sirasinda yolda herkesten, yardim, hürmet ve ikrâm gördüler. Mekke'ye yerlestikten bir müddet sonra babasi vefat etti ve Bab-i Mualla'ya defnedildi
Ahmed-i Bedevî hazretleri küçük yasta ilim tahsîline basladi. Kur'ân-i kerîmi ezberledi. Önceleri, çok cesûr, atilgan bir mîzâca sahipti. Çok iyi ata binerdi. Kendisine ezâ eden olursa onlara karsilik verirdi. Bunun için Attâb diye tanindi.
Bir gün Kabe-i muazzamanin kenârinda bir yerde uyudugu sirada rüyâsinda gizliden bir ses Ahmed-i Bedevî'ye; "Uykudan uyan! Allahü teâlânin bir oldugunu zikret." diyordu. Kalkip abdest aldi. Iki rekat namaz kilip, Allahü teâlâyi zikretti. Sonra tekrar yatip uyudu. Rüyâsinda önceki sesi tekrar duydu. Ona; "Kalk Allahü teâlânin bir oldugunu zikret, uyuma! Yüksek derecelere kavusmak isteyen uyuyamaz!Ne bir sey yiyebilir, ne de bir sey içebilir. Dâimâ, oruç tutmak ve geceleyin herkes uykuda iken namaz kilmak sûretiyle nefsinle mücâdele et. Kalk böyle yap! Sana, yüksek haller ve dereceler verilecek." diyordu. Rüyânin tesiriyle uyanan Ahmed-i Bedevî, hemen rüyâsini yas, ilim ve derece bakimindan yüksek olan agabeyine anlatti. O da; "Sirrini gizli tut! Söylenilenlere uygun yasa!" dedi. Ahmed-i Bedevî bu nasihatlere uyarak, gayret gösterdi, Allahü teâlânin izni ve ihsâni ile nice güzel hâl ve yüksek derecelere kavustu.
Uzun boylu, bugday benizli, kollari uzun, bacaklari etli, pazulari iri olup, gâyet heybetli idi. Sag yanaginda bir ve sol yanaginda iki beni vardi. Burnunun orta yeri bir parça yüksek olup, iki yaninda birer tâne ben vardi. Yüzü büyükçe ve gözleri sürmeliydi.
Ahmed-i Bedevî 1276 (H.675)senesinde Misir'in Tanta sehrinde vefat etti. Kabr-i serîfi üzerine yapilan türbede her sene düzenlenen toplantilarda Mevlid-i serîf ve Kur'ân-i kerîm okunmasi âdet oldu. Ahmed Bedevî hazretlerinin kerâmetleri vefâtindan sonra da devam etti.
IBRAHIM DUSSUKI (K.S)Hz.leri;
Misir'da yetisen büyük velîlerden. Ismi, Ibrâhim bin Ebü'l-Mecîd, lakabi Burhâneddîn'dir. Seyyiddir. 1235 (H.633) senesinde Misir'da Nil Nehri batisinda Desûk köyünde dogdu. 1277 (H.676) târihinde vefât etti.
Seyyid Ibrâhim Desûkî dogduktan bir gün sonraydi. Halk, o gün Ramazân-i serîf olup olmadigi husûsunda tereddüde düstü. Hilâlin görünüp görünmedigi husûsunda, Muhammed bin Hârûn hazretlerine gidildi. O da kesf yoluyla SeyyidBurhâneddîn'in dogdugunu anlayip, gelenlere; "Dün gece mübârek bir çocuk dünyâya geldi. Gidin, onun süt emip emmedigine bakin." buyurdu. Annesi, evliyânin büyüklerinden Ebü'l-Feth Vâsitî'nin kizi Seyyide Fâtima Hanima soruldugunda, çocugu için; "Bugün fecr vaktinden beri hiç emmedi." dedi. Durum Muhammed bin Hârûn'a bildirildiginde; "Seyyide Fâtima Hanim üzülmesin. Aksam olunca çocugu emer. Ramazân-i serîfin birinci günü oldugu için emmemistir." buyurdu. Böylece Ramazana girildigi anlasildi
Ibrâhim Desûkî hazretleri birkaç talebesini alis-veris için sehre gönderdi. Sehirde talebeler, bir iftirâya ugrayip, zâlim bir vâli tarafindan zindana atildilar. Hallerini mektupla hocalarina bildirdiler. Seyyid Ibrâhim Desûkî hazretleri, vâliye su satirlari yazip gönderdi:
Gece oklari ulasir hedefe,
Atilirsa husû yaylari ile
Menzile kavusmak için erler kalkar
Rükû ile berâber secdeyi uzatirlar.
Ellerini açip Allah'a
Gönülden ederler duâ,
Ok yaydan çikinca,
Zirh bile etmez fayda.
Mektup valiye ulasinca, vâli, arkadaslarini topladi. "Sunlara bakin hele, hocalari bana bir mektup göndermis." dedi ve agir hakâretlerde bulunup, mektuptaki siiri okumaya basladi. Tam (Ok yaydan çikinca) misrasina gelince, bir ok gelip, vâlinin gögsüne saplandi ve oracikta öldü.Vâlinin adamlari, korku içinde mazlumlari alelacele saliverdiler.
EBU-L HASAN ALI SAZELI (K.S.)Hz.leri;
On ikinci yüzyilda Kuzey Afrika'da yetisen büyük velîlerden. Sâziliyye adi verilen tasavvuf yolunun kurucusudur. Ismi, Ali bin Abdullah bin Abdülcebbâr, künyesi, Ebü'l-Hasan, lakabi Nûreddîn'dir. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem torunu hazret-i Hasan'in soyundan olup seriftir. 1196 (H.592) senesinde Tunus'un Sâzile kasabasinda dogdugu için Sâzilî nisbesiyle meshûr olmustur. 1256 (H.654) senesinde hac yolculugu sirasinda Hamisre'de vefât etti. Kabri, Hamisre mevkiindeki Ayzâb sahrâsindadir.
Arabistan'daki Hicaz halki gibi bugday tenli ve uzunca boylu olan Ebü'l-Hasan-i Sâzilî hazretleri, konusmalarindaki fesâhat ve tatlilik, açiklik ve vecizlik bakimindan, Hicazli olmamasina ragmen, Hicazli zannedilirdi. Tasavvufta Sirrî-yi Sekatî ve Seyyid Ahmed Rifâî'nin rahmetullahi aleyhimâ yollarindan feyz aldi. Ibn-i Mesîs-i Hasenî'nin hizmetinde ve sohbetinde bulunarak velîlik derecesine kavustu. Tefsîr, hadîs, fikih, usûl, nahiv, sarf, lügat ve zamânin fen ilimlerinde de son derece yüksek olan Ebü'l-Hasan-i Sâzilî hazretleri; "Her istedigim zaman, Resûlullah efendimizi, bas gözümle görmezsem, kendimi O'nun ümmeti saymam." buyurarak tasavvuftaki derecesini ifâde etmistir.
SAHI NAKSIBENDI (K.S.)HAZRETLERI ;
Evliyânin büyüklerinden ve müslümanlarin gözbebegi olan yüksek âlimlerden. Seyyid olup insanlariHakka dâvet eden, dogru yolu göstererek saâdete kavusturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin on besincisidir. Muhammed Bâbâ Semmâsî ile Emîr Külâl'in talebesidir. Ismi, Muhammed bin Muhammed'dir. Behâeddîn ve Sâh-i Naksibend gibi lakablari vardir. Allahü teâlânin sevgisini kalplere naksettigi için, "Naksibend" denilmistir. 1318 (H.718) senesinde Buhârâ'ya bes kilometre kadar uzakta bulunan Kasr-i Ârifân'da dogdu. 1389 (H.791)'da Kasr-i Ârifân'da Rebî'ul-evvel ayinin üçünde Pazartesi günü vefât etti. Kabri oradadir. Islâm âlimlerinin en meshûrlarindan olup, tasavvufta en yüksek derecelere ulasmistir. Zamâninda ve kendinden sonraki asirlarda onun sebebi ile pekçok insan, hidâyete, dogru yola kavusmustur
Zamâninin büyük velîlerinden Muhammed Bâbâ Semmâsî, henüz o dogmadan Kasr-i Ârifân'a gelmisti. Bu gelisinde burada bir büyük zâtin kokusu geliyor. Bu beldede büyük bir velî yetisecek diyerek isâret etmis, tarîkatin imâmi olacak emsâlsiz bir zâtin buradan zuhûr edip ortaya çikacagini talebelerine ve sevenlerine müjdelemisti. Daha sonra babasi Seyyid Muhammed Buhârî söyle anlatti: "Oglum Behâeddîn'in dogmasindan üç gün sonra, Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî hazretleri, bütün talebeleri ile Kasr-i Ârifân'a gelmisti. Ben kendisini çok sever ve muhabbet beslerdim. Kasr-i Ârifân'i tesrif edince, yeni dogan oglum Behâeddîn'i alip huzûruna götüreyim ve himmet, mânevî yardim isteyeyim, böylece feyze kavusur dedim. Bu niyetle Behâeddîn'i kucagima alip, Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî hazretlerinin huzûruna götürdüm. Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî, Behâeddîn'i elimden alip, bagrina basti ve; "Bu yavru, benim oglumdur. Ben bunu, mânevî evlâtliga kabûl ettim." buyurdu. Sonra yüzünü talebelerine çevirip, aralarinda en meshûru olan Seyyid Emîr Külâl'e söyle dedi: "Size, bu yerde bir büyük zâtin kokusu geliyor derdim. Simdi bu tarafa gelirken de, buraya yaklastigimizda size önce duydugum koku iyice artti demistim. Hakîkat sudur ki, size bahsettigim mübârek zât dogmustur. Iste o mübârek koku, bu melek yavrunun kokusudur. Bu yavru, büyük bir zât olsa gerektir." buyurdu. Böylece henüz daha üç günlük çocuk iken, zamâninin en büyük evliyâ ve mürsid-i kâmili olan Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî hazretlerinin müjdesine, himmetine ve feyzine kavustu. Henüz daha küçük yasta iken, evliyâliga âit yüksek nûrlar ve eserler temiz alninda açikça görünür, hidâyet ve irsâd, hakki bulma ve yol gösterme nisanlari yüksek simâsindan belli olurdu
Behâeddîn Buhârî hazretleri orta boylu, mübârek yüzü degirmi olup, yanaklari kirmiziya yakin idi. Iki kasi arasi açik, gözleri sari ile elâ renk karisimi olan kestane renginde idi. Sakalinin beyazi siyahindan çok idi. Ne hizli, ne de yavas yürürdü. Konusmalari Peygamber efendimizin konusmasi gibi tâne tâne idi. Konustugu kimseye yönünü dönmüs olarak konusurdu. Kahkaha ile gülmez, tebessüm ederdi. Her gün kendini yirmi kere ölmüs ve mezara konmus olarak düsünürdü. Kimseyi küçük ve hakîr görmez, dâimâ güler yüzle karsilardi. Ancak celâllendigi zaman kaslarini çatardi. Bu zamanda heybetinden karsisinda durulmaz olurdu. Semâili, görünüsü birçok bakimdan Resûlullah efendimize benzedigi gibi, sözleri, isleri ve bütün hareketleri sünneti seniyyeye uygun idi
HACI BAYRAM-I VELI (K.S.)HAZRETLERI;
Istanbul'u, Fâtih Sultan Mehmed Hanin fethedecegini müjdeleyen büyük velî. Nûmân bin Ahmed bin Mahmûd, lakabi Haci Bayram'dir. 1352 (H. 753)de Anakra ilinin Çubuk Çayi üzerindeki Zülfadl (Sol-Fasol) köyünde dogdu. 1429 (H. 833) senesinde Ankara'da vefât etti. Türbesi, Haci Bayram Câmiinin kenarinda ziyârete açiktir
Bilâhare Istanbul'un mânevî fâtihi olacak olan Aksemseddîn de Osmancik'ta müderrisken seyhin evliyâlik derececsini duymus ve ona talebe olmak üzere Ankara'ya gelmisti. Fakat seyhin dükkan dükkan dolasip para topladigini görünce, yanina varip hikmetini sormadan "Evliyâ para mi toplar, buralara bosuna gelmisim." diyerek oradan ayrildi. Zeynüddîn Hafî hazretlerine talebe olmak üzere Misir'a dogru yola çikti. Haleb'e vardigi gece bir rüyâ gördü. Rüyâsinda, boynuna bir zincir takilmis ve zorla Ankara'da Haci Bayram-i Velî'nin esigine birakilmisti. Zincirin ucu ise Haci Bayram'in elindeydil. u rüyâ üzerine, Aksemseddîn yaptigi hatâyi anlayarak derhal Anakra'ya geri döndü. Sehre ulastiginda Haci Bayram-i Velî'nin talebeleriyle ekin biçmeye gittigini ögrendi. Tarlaya gitti. Fakat Haci Bayram hazretleri ona hiç iltifat etmediler. Aksemseddîn, diger talebelerle birlikte ekin biçmeye basladi. Yemek vakti geldiginde, insanlarin ve orada bulunan köpeklerin yiyecekleri ayrildi. Haci Bayram-i Velî, talebeleriyle yemek yemeye basladi. Yine Aksemseddîn'e hiç iltifat etmeyip, yemege çagirmadi. Aksemseddîn yaptigi hatâyi bildigi için, kendi kendine;
"Ey nefsim! Sen, Allahü teâlânin büyük bir velî kulunu begenmezsen, iste böyle yüzüne bile bakmazlar. Senin lâyik oldugun yer burasidir." diyerek, köpeklerin yanina yaklasip, onlarla berâber yemeye basladi.
Haci Bayram-i Velî hazretleri Aksemseddîn'in bu tevâzuuna dayanamayarak; "Köse! Kalbimize çabuk girdin, yanimiza gel." buyurup iltifât etti, kendi sofrasina oturttu. Sonra ona; "Zincirle zorla gelen misafiri, iste böyle agirlarlar." diyerek, onun gördügü rüyâyi, kerâmet göstererek anladigini bildirdi.
Aksemseddîn'e icâzetdiploma verdiginde, bâzilari; "Efendim! Sizde yillarca okuyan talebelere hilâfet vermediginiz hâlde, bu yeni gelen Aksemseddîn'i kisa zamanda hilâfet ile sereflendirdiniz?" dediler. Hâci Bayram-i Velî de; "Bu öyle bir kösedir ki, bizden her ne görüp duydu ise hemen inandi. Gördüklerinin ve isittiklerinin hikmetini de bizzât kendisi anladi. Fakat yanimad yillardir çalisan talebeler, gördüklerinin ve duyduklarinin hikmetini anlayamayip bana sorarlar. Ona hilâfet vermemizin sebebi iste budur." diye cevap verdi.
Onun vefâtindan sonra "Bayramiyye yolu"nu, talebelerinden Aksemseddîn ve Biçakçi Ömer Efendi devâm ettirdiler.
Türbelerin kapatilma karari çiktiktan sonra her yere oldugu gibi Haci Bayram-i Velî hazretlerinin türbesine de kilit vurulmustu. Fakat sabahleyin türbenin önünden geçenler kilidi kirilmis, kapiyi da ardina kadar açik gördüler. Olayin birkaç defâ tekerrür etmesi üzerine ilgililerden biri; "Böyle sey olmaz, bu kapiyi elbette bir açan var." demis. Sonra bunun için iki polis vazifelendirmis ve; "Sabaha kadar bekleyin, gözetleyin. Su kapiyi kim açiyorsa, hemen yakalayin." iye de emir vermisti
Polisler aldiklari bu emir geregince, hazret-i Seyh'in türbesi önünde sabah ezâni okununcaya kadar beklemisler. Sabah vakti âniden kilidin çikardigi "Çat" sesi ile irkilmisler. Iste o zaman açilan kapidan Haci Bayram-i Velî hazretlerinin tebessüm ederek kendilerine baktigini görmüsler. Türebyi bekleyen polislerden biri saskinliktan düsüp bayilirken, digerinin dili tutulmus. Bu olaydan sonra bir daha hiç kimse kapida nöbet tutmaya cesâret edememistir.
MEVLANA CELALEDDINI RUMI (K.S.)HAZRETLERI
Mevlâna 27 Eylül 1207 yilinda bugün Afganistan sinirlari içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh sehrinde dogmustur.
Mevlâna'nin babasi Belh Sehrinin ileri gelenlerinden olup, sagliginda "Bilginlerin Sultâni" ünvanini almis olan Hüseyin Hatibî oglu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kizi Mümine Hatun'dur.
Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazi siyasi olaylar ve yaklasmakta olan Mogol istilasi nedeniyle Belh'den ayrilmak zorunda kalmistir. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yilllarinda aile fertleri ve yakin dostlari ile birlikte Belh'den ayrildi.
Sultânü'I-Ulemâ'nin ilk duragi Nisâbur olmustur. Nisâbur sehrinde taninmis mutasavvif Ferîdüddin Attar ile de karsilastilar. Mevlâna burada küçük yasina ragmen Ferîdüddin Attar'in ilgisini çekmis ve takdirlerini kazanmistir.
Sultânü'I Ulemâ Nisabur'dan Bagdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasini yerine getirdikten sonra, dönüste Sam'a ugradi. Sam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Nigde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subasi Emir Mûsâ'nin yaptirdiklari medreseye yerlestiler.
1222 yilinda Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yil kaldilar. Mevlâna 1225 yilinda Serefeddin Lala'nin kizi Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nin Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adli iki oglu oldu. Yillar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliligini yapti. Mevlâna'nin bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adli iki oglu ile Melike Hatun adli bir kizi dünyaya geldi.
Bu yillarda Anadolunun büyük bir kismi Selçuklu Devleti'nin egemenligi altinda idi. Konya'da bu devletin bas sehri idi. Konya sanat eserleri ile donatilmis, ilim adamlari ve sanatkarlarla dolup tasmisti. Kisaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yasiyordu ve Devletin hükümdari Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerlesmesini istedi.
Bahaeddin Veled Sultanin davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayis 1228 yilinda ailesi ve dostlari ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhtesem bir törenle karsiladi ve Altunapa (Iplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.
Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yilinda Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayininGül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanilan Mevlâna Dergâhi'ndaki bugünkü yerine defnolundu.
Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nin çevresinde toplandilar. Mevlâna'yi babasinin tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmus, Iplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazlari kendisini dinlemeye gelenlerle dolup tasiyordu.
Mevlâna 15 Kasim 1244 yilinda Sems-i Tebrizî ile karsilasti. Mevlâna Sems'de "mutlak kemâlin varligini" cemalinde de "Tanri nurlarini" görmüstü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Sems aniden öldü.
Mevlâna Sems'in ölümünden sonra uzun yillar inzivaya çekildi. Daha sonraki yillarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Sems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalistilar.
Yasamini "Hamdim, pistim, yandim" sözleri ile özetleyen Mevlâna M. 20 Aralik 1285 tarihinde 78 yasinda Hakk' in rahmetine kavustu. Mevlâna'nin cenaze namazini Mevlâna'nin vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kildiracakti. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdigi Mevlâna'yi kaybetmeye dayanamayip cenazede bayildi. Bunun üzerine, Mevlâna'nin cenaze namazini Kadi Siraceddin kildirdi.
Mevlâna ölüm gününü yeniden dogus günü olarak kabul ediyordu. O öldügü zaman sevdigine yani Allah'ina kavusacakti. Onun için Mevlâna ölüm gününe dügün günü veya gelin gecesi manasina gelen "Seb-i Arûs" diyordu ve dostlarina ölümünün ardindan ah-ah, vah-vah edip aglamayin diyerek vasiyet ediyordu.
"Ölümümüzden sonra mezarimizi yerde aramayiniz!
Bizim mezarimiz âriflerin gönüllerindedir"
HACI BEKTASI VELI (K.S.)HAZRETLERI;
Gerçek ismi, Seyyid Muhammed bin Ibrahim Ata olan , Haci Bektas-i Veli Horasan'in Nisabûr sehrinde 1281 senesinde dogdu.
Ilk egitimini Seyh Lokman-i Perende' den aldi. Lokman-i Perende, Ahmed-i Yesevi'nin halifelerinden olup, zahir ve batin ilimlerinde derin bilgilere sahipti. Bektas Veli Lokman-i Perende'nin gözdesiydi. Ve rivayetlere göre kendinde olaganüstü haller gerçeklesiyordu.
Haci Bektas-i Veli, egitimini tamamladiktan sonra Anadolu'ya geldi. Halka dogru yolu göstermeye baslayan ve kiymetli talebeler yetistiren Haci Bektas-i Veli, kisa zamanda taninarak büyük ragbet gördü. Bu sirada Anadolu'da dini, iktisadi, askeri ve sosyal tesekkül olan ve kendisinin de bagli oldugu "Ahilik Teskilati" ile büyük hizmetler yapan Haci Bektas-i Veli ve talebeleri, Osmanli sultanlari tarafindan da sevildi ve hürmet gördü.
Bu siralarda kurulus devrinde olan Osmanli Devleti'nin saglam temeller üzerine oturmasinda büyük hizmetleri oldu. Sultan Orhan zamaninda teskil edilen “Yeniçeri Ordusu”na dua ederek, askerlerin sirtlarini sivazladi. Böylece Haci Bektas-i Veli'yi kendilerine manevi pir olarak kabul eden Yeniçeri Ordusu, manevi hayatini ve disiplinini ona bagladi. Haci Bektas-i Veli, asirlarca Yeniçeriligin piri, üstadi ve manevi hamisi olarak bilindi. Bu baglilik ve muhabbet, Yeniçerilerin sulh zamanindaki talimleri ve harplerdeki gayret ve kahramanliklarinda çok müsbet neticeler verdi. Bütün bunlar, halk ile Yeniçeriler arasindaki yakinligi kuvvetlendirdi.
Yeniçeriler, dervisler gibi cihad azmiyle dolu ve görülmemis derecede kahraman ve fedakar oluslarinda, bu hadiseler müsbet tesirler gösterdi. Yeniçerilerin; "Allah, Allah! Illallah! Bas uryan, sine püryan, kiliç al kan. Bu meydanda nice baslar kesilir. Kahrimiz, kilicimiz düsmana ziyan! Kullugumuz padisaha ayan! Üçler, yediler, kirklar! Gülbang-i Muhammedi, Nûr-i Nebi, Kerem-i Ali... Pirimiz, sultanimiz Haci Bektas-i Veli..." diyerek savasa baslamalari, bunun manidar bir ifadesidir.
Haci Bektas-i Veli'nin Makalat adli Arapça bir eseri vardir. 1338 senesinde vefat eden Haci Bektas-i Veli'nin derslerini ve sohbetlerini takip ederek onun tarikatina baglananlara, tasavvuftaki usûle uyularak "Bektasi" denildi.
PIR, PIR-I SANI, SEYH
Rasulullah (sav) Efendimiz vakt-i saadetlerinde, kendileri Makam-i Mahmud'da olup cihar-i yâri güzin Efendilerimiz de sifati safiye ile muttasif idiler. O vakit, Cenabi Hak emir buyurup:
- Habibim! Senin ümmetinden, senden sonra her asirda, senin hürmetine mürseliyn kideminde bir kimse zuhur edip, senin vekâletini etse gerektir, diye ihsan buyurduklarinda, Peygamber (sav) Efendimiz Hz.leri, temenni kilip:
- Ya Rab! Bize dört yâr ihsan buyurdun. Vekilimize de ihsan eyle, niyazinda bulununca, Cenabi Hak kabul buyurmustur. Bunu için her asirda, o kadar zât-i serif. Sifati Safiye ile muttasif olurlar.
Hz. Ömer ve Hz. Osman (ra) Efendilerimizin, her asirda vekillerinin tasarruf ve irsada memur buyrulmamalarinin sebebi ve hikmeti, cihar-i yâri Güzin Efendilerimizin her birinin istidadi ve kabiliyetleri müsavi olmadigindan ve her birinin baska baska oldugundan birisinin gittigi yoldan, digeri tad bularak feyz alamadigi için, Peygamber(sav)Efendimiz dördüne de baska baska suluk göstermislerdir. Simdi On iki tarikat oldugu gibi o vakitte Rasulullah (sav) Efendimiz dördüne dört tarik göstermisler ve dördünü de Allah-ü Teâlâ Hz.lerine vasil etmislerdir. Daha sonra Efendimiz (sav) ahirete tesrif buyurduklarinda, Ebubekir-i Siddik (ra) Efendimiz halifeleri olmuslar ve kendi tariki üzere ashabi kiramdan istidadi bulunanlari irsad buyurmuslardi.
Daha sonra Hz. Ömer (ra) Efendimiz halife olmus ve kendi tarikleri güç oldugundan o da Ebubekir-i Siddik (ra) Efendimizin tarikinden suluk göstermislerdir.
Ondan sonra Hz. Osman (ra) Efendimiz hilafet geçince o da Hz. Ömer Efendimiz gibi, kendi tarikini göstermemis, Ebubekir Siddik (ra) Efendimizin tarikinden suluk göstermislerdir.
Nihayet Hz. Ali (ra) Efendimiz, halife olunca Ebubekir-i Siddik Efendimizin tarikinden suluk görenlere, yine o tarikten terbiye etmis. Yeniden, kendilerine intisap edenleri de, kendi tariklerinden irsad buyurmuslardi.
Bu sebeple, Hz. Ömer ile Hz. Osman'in tarikleri kaybolmus, o tariklerden hiçbir irsad olunmadigi için simdi onlarin vekilleri, tasarruf ve irsad ile memur degillerdir. Netice Peygamber (sav) Efendimiz vakt-i saâdetlerinden Eba-Müslim zamanina gelinceye kadar Tarikat-i Aliye biri gizli ve digeri açik olmak üzere iki idi.
Peygamber (sav) Efendimiz Hafi zikri önce Ebubekir Siddik (ra) Hz.lerine telkin edip irsad buyurdular. Sonra da Hz. Ali (ra) Efendimize de telkin buyurarak bir müddet çalistirtirdilar. Hz. Ali Efendimiz, asla tad bulamadilar ve tarikatten feyz alamadilar. O zaman Efendimiz (sav) Allah-ü Teâlâ'ya temenni ve niyazda bulundular. Hz. Ali, Hz. Ömer ve Hz. Osman (ra) Efendilerimiz hakkinda, emr-i ilahi zuhur etti:
“Habibim! Onlarin, dördünün de kabiliyetleri baska baskadir. Birisinin gittigi yoldan, digeri gidemez. Onlarin, tecellileri iktizasi böyledir, buyuruldu ve her birinin hakkinda bir tarik Fahr-i Âlem (sav) Efendimize talim olundu.
Onlarda Cenabi Hakkin ihsani ile her birisine telkin ve irsad buyurdular. Sonradan, anlatildigi gibi ikisinin tarikinden baska bir yere ashabi kiramdan kimse irsad olunmadigindan, ta Eba-Müslim zamanina kadar Hz. Ebubekir(ra) Efendimiz ile Hz. Ali(ra)Efendimizin tariklerinde, seyr-i suluk gösterilerek, Cenabi Hakkin ihsani ile Allah-u Teâlâ Hz.lerine vasil olurlardi.
Eba Müslim'den sonra, oniki tarikat zuhur etmesinin sebebi ve hikmeti sudur:
Fahr-i-âlem (sav) Efendimizin sülalesinden on iki imam zuhur etmistir. Dördü Hz. Ebubekir(ra)Efendimizin tarikinden ve sekizi Hz. Ali (ra) Efendimizin tarikinden sulük görmüslerdir. Sulüklerinden sonra, bunlarinda cihari yâri Güzin Efendilerimiz gibi, her birilerinin tecellileri baska baska oldugundan, Cenabi Hak kendi tecellilerine göre keyfiyetsiz olarak birer tarik göstermisti. Bundan dolayi, kendilerine yakin olan kimselere, sirren o tarik üzere telkin buyurur ve sulük gösterirlerdi. Lakin zahirde açiklamazlar, kendileri sulük gördükleri tarikten görünürlerdi. Çünkü o vakitler:
Bunlar, Hz. Ebubekir (ra) ve Imam Ali (ra) Hz. leri tarikinden ileri geçip, kendiliklerinden tarik icad ettiler. Tarik-i Muhammediye'yi birakip, batil yola gittiler, diye halk arasinda bir fesada sebep olmamak için, bunu açiklamazlardi. Bundan dolayi, o zaman iki tarikatten baska, vuslat yolu yoktu. Sonra, yeniden cehalet vakti geldi, çatti ve Eba-Müslim'in ortaya çikmasina kadar, mü'min ve muvahhit olan kimseler, hücrelerinde ibadet ve ta'atle mesgul olmaya ve hallerini kimseye açiklamamaya basladilar.
Eba- Müslim'in ortaya çikmasi üzerine, kitaplarin haber verdikleri gibi seriat-i mutahhara, ilerledi, doguyu ve batiyi tuttu. O zaman fasiklar, facirler ve münafiklar birer tarafa dagildilar ve perisan oldular. Bundan sonra, mezkûr imamlarin her birerlerinin tecellisinde bir pir zuhur etti ve 12 tarik meydana çikti.
Bunlardan baska, gerek “Hafi” tarikten ve gerekse “Cehri” tarikten pirler zuhuru ile tarik çogalmistir. Fakat tarik adi verilmez. Tarik adi verilen, bu oniki imamin tariklerini ihya eden pirlerin tarikleridir. Geri kalanina “Kol” adi verilir. Çünkü onlar kimi “Halvetiyye”den, kimi “Naksiyye'”den, kimisi de diger tariklerden ayrilmislardir. Yani salike kolaylik olmasi için, ilahi ruhsat ile her biri bir usul göstererek o yoldan saliki Hakka vasil etmislerdir. Bundan dolayi, bu 12 tarikten baskasina “Tarik” denilmez, “Kol” denir.
Sebep ve hikmeti, oniki pir, oniki imamin tarikini ihya ederek onlarin siyretlerine uyduklarindan, bunlara “Pir” adi verilmistir
12 Tarikati kuran bu zâtlar sirasi ile söyledir.
1. Abdülkadir Geylani (ks.)
2. Ahmet El Kebir-i Rufai (ks.)
3. Ahmet El Bedev-i (ks.)
4. Ibrahim Dussuk-i (ks).
5. Hasan Aliyüs-Sazeli (ks)
6. Bahaüddin-i Naksibend-i(ks)
7. Necmüddün-i Kübra(ks)
8. Mevlana Celaaddin-i Rum-i (ks)
9. Muhammed Bektasi (ks)
10 . Haci Bayram-i Veli(ks)
11 . Sadüddin Cibavi (ks)
12 . Aziz Mahmud Hüdayi (ks)
Üstadimiz Abdullah Baba (ks)Aziz Hazretleri Piran Efendilerimiz hakkinda buyurdular ki;
“Piran ikiyüzün üzerinde vardir. Ancak, onlar tarikat kurmayip zamanin sartlarina göre bir anlayis getirmislerdir”.
Üstadimizin bildirdigi gibi mevcut tarikatin usul ve kaidelerine zamana göre anlayis getiren zâtlara da Pir-I Sani denir. Ikinci pir manasindadir. Türkiye'mizde Kadiri Tarikatinin ikinci piri olarak Esref oglu Abdullah er-Rumi, Naksibendî Tarikati için Halid-i Bagdadi, Bektasi Tarikati için Balim Sultan, Halveti Tarikati için Seyyid Yahya Sirvani (ks.) kabul edilirler.
Seyh
Arapça yasli kimse, manasina gelen Seyh kavrami, Tasavvufta Tarikata giren müritlerin terbiyeleri ile mesgul olan zât demektir. Daha yaygin olarak ‘MÜRSID' ve ‘ÜSTAD' kavramlari kullanilir. Onlara bu ismin verilmesi, hem Veli ve hem de müritleri terbiye edicilik vasfina sahip olmalaridir.
Halife
Halife, baskasinin ardindan gelerek, onun yerine geçen kimse demektir. Tasavvufta ise; Pir veya Seyhin irsadla vazifelendirdigi kimsedir. Bu da muhtelif vazife ve isimlerle çesitli kisimlara ayrilir. Bütün Tarikatlarda herhangi bir bölgenin yöneticisine, Seyhe vekâlet eden kisiye “HALIFE” denir